Rauf Orbay Londra'da Varlık Vergisini İngilizlere Nasıl Anlattı ?


RAUF ORBAY'A AİT HATIRALAR : RAUF ORBAY, LONDRA'DA VARLIK VERGİSİNİ İNGİLİZLERE NASIL ANLATTI ? (Yazan : Süreyya S. Berkem 1964)
Üstte 1923 yılının Ocak ayında zamanın icra vekilleri heyeti reisi Rauf Bey masası başında.
Alt fotoğrafta ise büyük bir asker ve devlet adamı olarak tarihimize geçen Rauf Orbay'ın küçük bir fotoğrafını görmektesiniz...  

Bilirsiniz İskoçyalı Thomas Carlyle dünya fikir alemine zengin fikir eserleri kazandırmış ve ortaya büyük fikirler koymuştur. Görüşlerinin isabeti, dehasının yüceliği hiç şüphe götürmeyen bu büyük adama göre tarihte birçok kimse devlet adamı (states man) olmak istemiş ve bunların pek azı bu hedefe ulaşmıştır.
Disraeli'de :"Bu Anka kuşunun pek az kimsenin başına konduğu tarihi bir gerçektir." hükmünü verir.
Başına bu nadir Anka kuşunun konduğu bir zatı ben Londra'da gördüm. 2. Dünya savaşı yıllarını Londra büyük elçiliğimizde vazifeli geçirdiğim sıralarda üç büyük elçi ile karşılaşmıştım : Rauf Orbay, Ruşen Eşref Ünaydın ve Cevat Açıkalın.
Devlet adamı vasfının bütün karakteristik taraflarını kendinde toplayan Rauf Orbay'ı kelimenin tam manasıyla büyük bir insan, kıymetli bir şef, vatanının ve milletinin menfaatini her şeyin üstünde tutan bir vatansever olarak tanıdım. Onun yüksek karakterinin ve temiz ahlakının her gün yeni bir örneğini gördükçe kendi kendime :
- Ah, diyordum. Ne olurdu böyle beş-on tane büyük elçimiz olsaydı da milletimiz asalet, necabet ve heybetine yakışır bir şekilde temsil edilseydi...
Hatıralarımın bu kısmında münhasıran sayın Rauf Orbay'dan bahsedecek ve onun devlet adamı vasıflarını gördüklerime dayanarak aktarmaya çalışacağım.. Okuyacağınız satırlarda devlet adamı olmak isteyenler için alınacak dersler ve örnekler bulacağınız inancındayım...
Sene 1943 Londra'dayız. Savaş olanca hızıyla devam etmekte. Bizde ise harbin yarattığı iktisadi buhran alabildiğine yayılmakta. Ordumuz alarmda. Dışarıdan hiçbir mali yardım yok. Kendi yağımızla kavrulmak mecburiyetindeyiz. Fakat yağda o kadar fazla değil, neredeyse tükenmek üzere ! Çare ? Kimin aklına geldiyse ortaya varlık vergisi konusu çıktı. Bu aslında hoş bir vergi değildi. Bunun ne matrahı ne de mesnedi vardı. Ama yapılacak başka şeyde bulunamadı herhalde ? İstenilse de istenilmese de o zamanki idare buna başvurmak zorunda kaldı.
Gel gelelim Londra'nın siyasi ve mali çevrelerinde ve mesela City'de (City bilindiği üzere, Londra'da bankaların, borsaların ve büyük ticaret evlerinin bulunduğu yerin adıdır. Eskiden buraya İngiltere'nin kalbi denirdi.) vergi hiç hoş karşılanmamış ve dedikodu konusu olmuştu. Ve hatta Nazi Almanya'sına özendiğimiz bile dillerde dolaşmaya başlamıştı. Öyle ya bu usul demokrasiden uzak, Hitler ideolojisine yakındı ve öyle görünmekteydi.
Gerek City'de gerekse diğer çevrelerde alıp yürüyen bu dedikodular sayın Rauf Orbay'a iletildi. Rauf bey o dönem İngiltere'de sevilen bir sima idi. Mesela başbakan Churchill onu sık sık yemeğe davet eder, onunla karşılıklı fikir alışverişinde bulunurlardı.
Bir gün Savoy otelinde bir öğle yemeği tertip etmek istediler, Rauf Bey bu teklifi kabul etti. Bu yemeğe bende davetliydim. Yolda otele doğru giderken Rauf Bey :
- Çok zor ve karışık bir dava. Bakalım nasıl izah edeceğiz ?
- Kendisine Allah ilham eder efendim, dedim...
Hakikaten orada Allah ilham etti, hemde ne ilham !
Savoy otelinin yemek salonundaydık. Bütün City oradaydı. Yemeğin sonunda Rauf Bey söz alarak konuşmaya başladı. O kadar candan konuşuyordu ki bir ara yanımda oturan Osmanlı bankası Londra merkezi müdürü, tanınmış maliyeci Mr. Fisher'in kulağıma eğilerek söylediği şu cümle bugün gibi aklımdadır :
- This man is talking with his heart, and not with his mouth ! (Bu adam ağzıyla değil kalbiyle konuşuyor !)
O konuşurken gözümden birkaç parça yaş döküldü ve bunları kimseye sezdirmeden sildim. Niçin ağlıyordum ? Çünkü Rauf beyin yapmış olduğu savunma müthişti ve herkesi mest etmişti. Uzun konuşmasından bir bölüm aktarmak istiyorum:
"Bugün silah altında bir milyona yakın asker bulunduruyoruz. Türkiye'nin ekonomik durumunu sizler bizlerden daha iyi bilirsiniz. Bizim zayıf omuzlarımız bu yükü taşımaya müsait midir ? Kimseden yardım mı görüyoruz ? Yoksa kimseden yardım mı istedik ? Kendi yağımızla kavrulup gidiyorduk, baktık ki yağda tükenmek üzere; başka ne yapabilirdik ? Orduyu terhis edebilir miydik ? Biz buna razı olsak müttefiklerimiz razı olur muydu ? Kaldı ki bizim bu sıkıntımızın sorumlusu sizlersiniz !"
Söz buraya gelince başlar dikkatle Rauf beye çevrildi. Ne demek istediğini anlamaya çalışıyorlardı. O ise perdede yükselen tatlı ses tonuyla konuşmaya devam etti.
"Gladston'un o meşhur "Bag and baggage" politikasının tahakkukuna ondan sonra gelenler de yardım etmiş değiller mi ? İtalya'nın Trablusgarp saldırısını destekleyen, Balkan devletlerinin ayaklanmasına göz yuman ve başlangıçta statükonun korunacağı kararı verildiği halde biz yenilince yurdumuzun parçalanmasına ses çıkarmayan sizler değil miydiniz ? Ve nihayet 1. Dünya savaşını ve onu takip eden Yunan ordusunun Anadolu'ya saldırmasını şöyle bir hatırlayın ! Bunların hepsinin amacı Türkiyeyi dünya haritasından silmek değil miydi ? Fakat tüm gayretlere rağmen silinmedik efendiler ! Ne haçlı seferleri, ne Hristiyanlık taassubu, ne İslam düşmanlığı nede siyasi pazarlıklar Türkü yere sermeyi başaramadı. Ama itiraf edeyim ki zayıf düştük, batıya ayak uyduramayarak biraz geri kaldık. Nasıl ilerleyebilirdik her teşebbüste önümüze engeller çıkardınız, bugün ayakta kalmamız bile bir mucizedir.
İşte sizin zayıf bıraktığınız bu bünye ile dimdik ayakta durmaya çalışıyoruz. Bu sebeple istemeyerek çıkarmış olduğumuz vergiden ötürü Türkiyeyi eleştirmek sanırım biraz insafsızlık olur...
Bu vesileyle diğer önemli konulara geçmek istiyorum. Bana gelip İstanbul'daki bazı Rum, Ermeni ve Yahudi tüccarlardan fazla vergi alındığı ve bunun azaltılması konusunda ricada bulunanlar oldu. Biriside çıkıp Türk'e fazla vergi çıkarıldığını söylemiş değildir ! Halbuki bu vergi ırk, din gözetilmeksizin servet esasına göre tahakkuk ettirilmiştir.
Görüyorsunuz ki efendiler kapitülasyon illeti tekrar tepmek eğilimindedir ! Fakat niçin unutuluyor ki geri kalmamızın ve zayıf düşmemizin ana sebeplerinden birini teşkil eden bu zinciri boynumuzdan çıkarıp atmak için sizin Thames nehri kadar Türk kanı akıttık ? Bu zincir ümit etmek istemiyorum, tekrar boynumuza geçirilmek istensin. Zira bize bayağı pahalıya patlamıştır !"
Bu nutuk bittiğinde başlar öne eğikti. Orbay sordu :
- Bana soracağınız sual var mı efendiler ?
Kimse sual soramadı, herkesi bir mahcubiyet kaplamıştı...1964