Marmara'nın Kabadayısı : Lüfer Biz lüferi sofrada tabağın içinde lezzetli bir balık olarak tanır ve severiz. Fakat siz bir de onu gelin denizde görün.O ne edepsiz, ne şirret bir mahluktur... O ne canavardır... YAZAN : BURHAN BÜYÜKDALYANCI Uskumru dermiş ki : - Lüferden korkmasam, kofana'dan kaçmasam Marmara'nın altını üstüne getiririm !... Hamsi dermiş ki : - Lüferden korktuğum kadar kılıç balığından ürkmem !... Biz onu sofrada tabağın içinde gayet lezzetli bir balık olarak tanırız ve severiz. Siz onu gelinde bir de denizde görün. Hatta denizden çıkarken görmelisiniz bu şirreti ! Ne edepsiz bir mahluk olduğunu o zaman anlarsınız işte.. O leziz, o nefis lüfer tam manası ile Marmara denizinin kabadayısıdır. Yalnız Marmara'nın mı ? Hayır... Onun borusunun öttüğü saha Karadeniz'den Selanik'e ve hatta İskenderiye limanına kadar uzanır. Kendisinden çok büyük balıklara saldırması pek meşhurdur. En ümitsiz anlarında bile yaşam azmi içinde yaptığı korkunç mücadele insanlara örnek olacak kadar önemlidir. En usta balıkçılara bu yüzden yaka silktirir. En sağlam oltaları kesip kaçmak hususunda emsalsiz feraset sahibidir. Oltaya yakalanmadan ve yakalandıktan sonra türlü numaraları, çeşitli dalavereleri vardır. Kendini zokaya kaptırmadan yemi yapraklayarak kopararak, yarısını afiyetle yuttuktan sonra kaçar gider. Oltaya geldikten sonra lüferi çekmekte çok dikkat isteyen bir iştir. En küçük bir ihmal gösterirseniz yıldırım hızı ile elinizi kapar. Gayet sivri olan dişlerini elinize geçirir. Fena ısırır. Yalnız alt çenesinde 18-20 tane, üst çenesinde ise 15-16 adet iğne misali sivri dişi vardır. Barbunya, tekir gibi dilsiz değildir. Beyaz bir de dili vardır. Balıkçının kendisini ısırtmamak için ettiği dikkat yerindedir. Çünkü lüfer yarası kolay kolay geçmez. İşte böylesine dertli bir balıktır lüfer... Lüfer Selanik'ten İskenderiye limanına kadar bütün Akdeniz'de çıkar ama oraların halkı hakiki lüfer lezzetini ancak Türkiye'ye gelip bu balığı burada yedikten sonra öğrenirler. Edepsizdir, huysuzdur ama Türk lüferinin lezzeti hiçbirinde bulunmaz. Bizde sonbaharın iki habercisi vardır : Havada kavrulan kestane, denizde tutulan lüfer... Boğaziçi'nde oturanlar öteden beri sonbaharın teşrifini akşamları Bebek koyunu dolduran fenerli lüferci sandallarından anlarlar... Hakikaten de lüfer zamanı Bebek koyu, Arnavutköy önleri... ta Fındıklı'ya kadar, içlerinde pırıl pırıl lambalar yanan lüfer sandalları adeta bir şehrayin manzarası arz ederdi... Bu satırların yazarı 1946 yılında San Francisco şehrinde sabık bir Ermeni vatandaşla tanışmıştı... Arşeyk isminde bir Arnavutköy eskilerinden. Mis gibi Arşak ama 35 sene kaldığı San Francisco'da Mister Arşeyk olup çıkmıştı. Pek varlıklı bir adamdı. Birbiri ile hiç alakası olmayan işler yapıyordu. Mücevhercilik ve lokantacılık. Dünyaca ünlü San Francisco balık pazarında deniz üstünde büyük bir balık lokantası işletiyordu. Arşak efendi bir akşam : - Seni bu akşam Arnavutköy'e götüreceğim... diye tutturdu. Ve kalktık kendisinin evine gittik. Hakikaten büyük bir salonda Arnavutköy ile karşı karşıya kalmıştım. Duvar boyunca şöyle bir tablo asılmıştı : Bir eylül ayı sonu akşamı ve ışık ışık lüfer sandalları... Bebek koyu ve Arnavutköy !... Arşak efendi : - Baktıkça ağlayasım gelir !... diyordu. Gözünü seveyim böyle bir manzara nerede bulunur ? Bir de San Francisco için "hıp !" demiş, İstanbul'un burnundan düşmüş derler !... Arşak efendi bu tabloyu bir müzayededen almıştı. Resim Amerika'nın Türkiye sefareti eski müsteşarlarından biri tarafından yapılmıştı. Fener fener, lüfer akşamları kendisine ne derece tesir etmiş olmalı ki Amerikalı hariciyeci Türkiye'den yalnız işte bu tabloyu çizmişti. Lüfer yakın zamana kadar bir orta halli aile balığı idi. Ne hamsi, palamut, uskumru gibi arabaya düşerdi. Ne barbunya ve levrek gibi burnu havada fiyatlarla karşımıza çıkardı. Şimdilerde orta halli aile balığı vasfı tarihe karıştı. Çeşidi çoktur. Boy sırası ile şu isimleri alır : 1- Defne yaprağı 2- Çinekop 3- Sarıkanat 4- Lüfer 5- Kofana... Defne yaprağı en küçük boyda adeta şeffaf denilecek incelikte olanıdır. Balık uzmanları bunun etinin pek lezzetli olduğuna kani değillerdir. Halbuki defne yaprağı son derece hafif, hele domatesle yapılan haşlaması kral sofrasında yeri olacak bir yemektir... Çinekop daha irice olanıdır. Ondan kabaca olanı sarıkanat'ın 12 tanesi bir kilo çeker. Nihayet lüfer ve en irileri kofana. En lezzetsiz olanı kofanadır. Bunlar bir buçuk kilodan başlar daha iri boyları da vardır. Son olarak bir de yaz ortalarında tutulan bir "Koruk lüferi" vardır ki, bu pek makbul sayılmaz... 1972 |