1957'de diyorlar ki... HALDUN TANER (Röportaj : Mustafa Baydar) - Diğer sanatçılarımıza nazaran hikayelerinizde mizah ve hiciv unsurunun ağır bastığı görülüyor. Bu tarzı söylemek istedikleriniz ve sanat anlayışınız için en uygun yol olarak mı kabul ediyorsunuz ? - Evet. Bu tarz bir kere kendi mizacıma uygun geliyor. Galiba söylemek istediklerimi en kısa yoldan tesirli bir şekilde söylememe de imkan veriyor. Tabii bu benim hüsnü kuruntum. - Son zamanlarda günlük bir gazetede magazin mahiyetinde tefrika tercümeciliği etmenizi tenkit edenler var. Sizce bir yazar sanatçı hüviyetine halel getirmemek şartıyla gündelik gazetelerde ne şekilde yazılar yazmalıdır ? - Bence bir kimse sanatçı hüviyetine halel getirmek istemiyorsa gazetelere hiçbir şekilde yazı yazmamalıdır. Ama geçim zorluğu yüzünden buna mecbur olursa tercüme, zarar bakımından en ehvenidir. Fıkra yazıp tefrikacılık edip adını gazetenin gustosuna satacak yerde, bu şekilde kendine verilen yazıyı çevirip hiç değilse böylece şahsiyetini kenarda tutması mümkün olur. - Dil meselesinde üç eğilim var : Aşırı olanlar, mutedil olanlar ve dilin kendi haline bırakılmasını isteyenler. Siz bunlardan hangisine tarafsınız ? - Dil konusunda aşırılardan yana değilim. Zevksiz bir dille uydurma filciklerle yazı yazıp bunu herkese kabul ettireceğini sanmak aşırı saflık değilse muhakkak ismi bilinmeyen yeni bir hastalıktır. Öte yandan dil konusunda işi oluruna bırakmakla bir şey elde edilebileceğini de hiç sanmıyorum. Gerçi dünyada katıksız dil olmaz ama bizimki gerçekten bir başı boşluk içindedir. Bunun için dilimizin arınması lazımdır. Ama bunu suni müdahalelerle değil halk dilinin zenginliğinden metodik bir şekilde faydalanmak suretiyle yapmak gerekir. - Tiyatro ve film ile uğraştığınıza ve bu alanda eserlerde verdiğinize göre herhalde Türk tiyatrosu hakkında bazı söyleyecekleriniz vardır. - Darülbedayi yeni kurulmakta olduğu sıralarda Kel Hasan'a sormuşlar : "Bak Hasan efendi, aktörler artık mektepten yetişecekmiş, sen ne yapacaksın ?" Rahmetli : "Hiç fütur etmem" demiş. "Seyirciler mektepten yetişirse halimiz asıl o zaman dumandır." Henüz Hasan Efendinin korktuğu seyirciler çoğunlukta değil ama Türk tiyatrosu, değil 40 yıl öncesinden 10 yıl öncesinden dahi çok ümit verici durumdadır. Tiyatromuzun 1 numaralı adamı olgun yaşında genç çağına taş çıkartan bir enerji ile bölge tiyatroları idealini gerçekleştirmek üzeredir. Öte yandan gençler kendi köşelerinde Türk tiyatrosuna seviyeli bir çeşni katmaya çalışıyorlar. Bütün bunlar bence gelecekteki büyük bir gelişmenin sadece ilk müjdecileridir... |
- Şöhret, armağan kazanmak, anketlerde en iyi sanatçı seçilmek bir yazarın lehine midir ? - Bir yazar için şöhret kadar zararlı ve tehlikeli bir şey bilmiyorum. Açıkgöz bir yazar okurların rağbetini, münekkidlerin takdirini, arkadaşlarının sempatisini muhafaza etmek istiyorsa şöhrete varmamaya, vardı ise bile bunu belli etmemeye, üstüne kül serpmeye, alttan alıp göze batmamaya çalışmalıdır. Şöhret insana sadece düşman kazandırmaz. Şöhrete eren, eğer aklı da biraz kıtsa, çabucak şımarır; kendini beğenir olur; beğenince de eski ölçülerinde donar kalır. Şöhrete erinceye kadar mücadelelerle bilenmiş kabiliyetini şöhretin yumuşak ve rahat döşeğinde yitiren nice sanatçı tanırım... - Bir konuşmanızda "edebiyatla ancak geçim derdinden zaman bulabildikçe kaçamak uğraşıyorum." diyorsunuz. Fikrinizce bizde acaba muharrirlik neden esaslı bir meslek olamıyor da esas meslek ancak bir yama olabiliyor ? - Sanat kafayı aralıksız, kesintisiz bir konu üzerinde toplamayı gerektirir. İşlenecek konu ne ise kafanın günlerce buna hazırlanması, günlerce ısınması lazımdır. Hayatını başka işlerle kazanmak zorunda olan bir insan buna nasıl imkan bulabilir ? Yazarlık sadece bu işi umursamayan bizde değil yazarlığa çok değer veren Batı ülkelerinde bile ne yazık ki çoğu zaman esaslı bir meslek olamıyor. Duhamel aynı zamanda conférencier, Bertold Brecht aynı zamanda tiyatro müdürü, Prevert aynı zamanda senarist, Guareschi aynı zamanda dergici olmak zorundadırlar. - Edebiyat toplum meseleleriyle ne derece ilgilenmelidir ? Siz mizah yoluyla toplumun içine giriyorsunuz. Diğer bazı hikayeciler psikolojik tahlil ve müşahadelerle yetiniyorlar. Bu hususta düşüncelerinizi lütfeder misiniz ? - Toplum meseleleriyle ilgilenmeyen edebiyat bence eksik ve düdük gibi bir şey olur. Bugün Batıda yazar çevresinin aynı zamanda en ileri düşünürü sayılıyor. Elini eteğini toplumdan çekip fildişi kulesinde kozasını ören sanatçı tipi pencereden gözlediği komşu kızı için sararıp solan platonik aşık tipi kadar modası geçmiş bir yaratıktır. İşte Thomas Mann, işte Malraux, işte Sartre, işte Upton Sinclair. Bunların hepsi toplumun her aktüel meselesi üzerinde söyleyecek sözü olan, çevrelerindeki aydınlara ışık tutan, yön gösteren yazarlardır. - Bir hayli zamandır gezi notları ve bir iki fıkranızdan başka yazınızı görmedik. Yeni bazı hazırlıklarınız mı var ? |
- Her sanatçının hayatında nefes alıp verme gibi dolma ve boşalma devirleri olur, olması gerekir. Sanatçı bir müddet dolu dizgin yaşar, yeni ufuklara açılır, insan görür. Sonra da bir müddet oturur, sadece düşünür.... Bunları öğütür, edindiklerinden bir sentez yapar ve eserini verir... Ben şu son yıllarda Avrupa'da böyle bir tecrübe ve bilgi edinme devresi içinde idim. Buyurduğunuz gibi bir kaç sathi gezi yazısı ile birkaç makaleden başka bir şey yazamadım. Şimdi yurda döndük, buraya yerleşme, hayatımı yeniden düzene koyma faslını geride bıraktıktan sonra yeni ve kesif bir yazı devrine geçmek istiyorum...1957 |