BÜYÜK BİLGİN : OSMAN KEMALİ EFENDİ Size birkaç edebi hatıramı anlatmak ve bu arada mesnevici Osman Kemali Efendi'den, Yahya Kemal'den, Halide Edib'den ve ölüm yatağında ağladığını gördüğüm Mehmet Akif Ersoy'un son günlerinden bahsetmek isterim. Mesnevici Osman Kemali Efendinin hayatını yazmaya başlamadan önce onun devam ettiği yerleri ve eski Fatih semtini birkaç çizgi ile anlatmak yerinde olacak. Zira ancak bu çerçeve içinde Osman Kemali Efendinin portresini hakiki çizgileriyle resmetmek kabildir. Buyurunuz !... Eski Fatih semtine ve bilhassa Malta çarşısına kadar birlikte revan olalım... Fatih devrinden beri "Alimler, şairler semti" olarak şöhret kazanmış olan Fatih semti; çarşıları, dükkanları ve kahvehaneleriyle, hele ramazan aylarında bir ziyaretgah halini alırdı... Malta çarşısının büsbütün başka bir hususiyeti, başka bir rengi, başka bir havası vardı. Buranın esnafı dikkate değer kişilerdi. Ticaretleri ile asgari geçimlerini temin için uğraşırlar; geri kalan zamanlarını musikiye, edebiyata, kemal sahibi zatlarla görüşmeye ve sohbet etmeye ayırırlardı. Malta çarşısının adeta bir akademik havası vardı. Belirli günlerde saat dokuza doğru çarşının alt ucundan heybetli bir zat elinde asası ile ağır ve vakur adımlarla yokuşu tırmanmaya başlardı. İşte o zaman çarşısın sağında ve solundaki dükkanların sahipleri bu çok eski bir kitabın yaprakları içinden çıkmış gibi eli asalı, uzun boylu insana saygı duruşunda bulunurlardı. Bu zat daha 2 yaşında her iki gözünü kaybetmiş olan şair, bestekar, Mesnevihan, mutasavvıf Osman Kemali Efendi idi. Gözlerinin görmemesine rağmen sağlı, sollu esnafı selamlar ve sonra Şekerci hanı önüne gelirdi... MEŞHURLAR HANI Malta çarşısındaki Şekerci han, işte Türk kültürünün önemli dekorlarından biri... Bu hanın birçok odasında edebiyatın ve fenin "Mesela Neyzen Tevfik, mesela Fatin hoca" gibi meşhur simaları barındırmıştı. Adeta hanın her odası ayrı bir dünyaydı... Osman Kemali Efendi, Şekerci hanının tam karşısındaki Darüşşafakalı meşhur musiki üstadı sakallı Kazım bey'in musiki topluluğuna gelirdi. Tıpkı eski Yunan filozoflarından Sokrat'ın derslerini verdiği ağacın altına gelmesi gibi bir manzara olurdu. Neyzenler, şairler, hayranlar ayağa fırlar ve o günün ders mahiyetindeki sohbeti başlardı... İsmi geçmişken Şekerci handan biraz daha bahsetmek isterim. Ne zaman yapıldığı bilinmeyen, ismi etrafında efsaneler uydurulan 100 odalı bir handır bu han. Bu 100 oda sonradan Osmanlı Mebusan meclisine mebus olarak girmiş kimselere, Neyzen Tevfik'e, meşhur rasathane müdürü Fatin hocaya, İstanbul Sultanisinin meşhur dil hocası Celal Hocaya mesken olmuştur. İçeri girilince büyük meydan kahvesinin üstündeki odalarda bilginler, neyzenler ikamet ederdi. Neyzen Tevfik'i Şekerci hanına yerleştiren rahmetli Mehmet Akif Ersoy'dur. Akif, Neyzen'in bir ara içkiyi pek fazla kaçırdığını görünce böyle bir tedbir düşünmüştü... Onun Şekerci hanının bir odasına çekilerek ıslahı hal eylemesi... Bütün emeklerinin boşa gittiğini gören Akif, Neyzen Tevfik'in Şekerci hanında ikametine, rakıdan tövbesine ve sonra tekrar başlamasına ait düşüncelerine "Safahat"ında dahi yer ayırmıştır : "Bir ömürdür içiyorsun, bırak artık şu ... " der. Derviş Ahmet bu celaletle hemen tövbe eder Böyle bir tövbe ki, binlikleri çarpar duvara. Tas, çanak, desti perişan serilir tahtalara... Fatin hocada Şekerci hanında otururken başına bir olay gelmiştir. O günlerde Fatin hoca : "Bir feza hadisesi olacak !..." demiş. Birkaç hafta sonrada Yıldız camisinde Sultan Abdülhamid'e bir bomba atılmış !... O hadiseden bahseden kim ? Fatin hoca. Hemen yakalamışlar hocayı. Zavallı aylarca mevkuf kalmış. Ancak Malta çarşısının esnafının şehadet ve kefaletiyle kurtulabilmiş... Bu tevatürü ben Darüşşafakalı muallim sakallı Kazım bey'den dinlemiştim... MAHYALARDA İLK TÜRKÇE SÖZLER Osman Kemali efendi, İstanbul'un işgal altında bulunduğu günlerde dahi hiç korkusuz derslerinin sonunda milli mücadelenin başarısı için bütün cemaati ile birlikte niyazda bulunmayı asla unutmazdı. Nitekim meşhur Sultanahmet mitinginde başındaki külahla bir minare kadar heybetli olarak arkadaşları arasında yerini almıştı. Arkalarında bütün bir Eyüp halkı, İstanbul'u ilk muhasara edenlerin temsilcileri gibi ilerliyordu. O günün bütün heyecanını hayatının sonuna kadar muhafaza eden üstadım merhum Yahya Kemal, o sırada Sultanahmet meydanında yazdığı şu beyti bana bizzat okumuştu : "Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyet namın Galip et çünki bu son ordusudur İslamın..." Sultanahmet meydanındaki kahvehanenin bir kenarında Yahya Kemal'in dudaklarından dökülen bu tarihi ve güzel sözler miting boyunca Halide Edip'ler, Hamdullah Suphiler'in heyecanlı konuşmaları arasından süzülmüş ve gece minareler arasında nurdan mısralar halinde gerilmişti. Mitingin akşamının ramazan gecesi kalabalığı arasında haber bir uğultu halinde dalga dalga sokaklar, caddeler ve meydanlara yayılmıştı. Bütün ümitli gözler Sultanahmet meydanında minarelere çevrilmişti. O güne kadar ramazan mahyalarında Türkçe söz görülmemişti. İstanbul mahya tarihinde ilk Türkçe sözlerin üstat Yahya Kemal'in mısraları olduğunu çok kimse belkide hatırlamaz. Kısa edebi hatıralarımı şair Mehmet Akif'in tarihi ölüm sahnesi ile bitirmek isterim. Osman Kemali efendi ile Mehmet Akif'i ölüm döşeğinde iken nasıl ziyaret ettiğimi size gelecek haftalarda anlatacağım.... (Yazan : Asım Sönmez, 1972 Hayat Dergisi) |