PARİS'TE İSMİ EN ÇOK İŞİTİLEN TÜRK RESSAMI : FİKRET MUALLA Paris'te Van Gogh'ları, Gauguin'leri andıracak şekilde renkli hayatı olan bir Türk ressamı var... Bu ressamın hayatı ne kadar renkliyse kendisini görmekte o nispette güçtür. Bununla beraber NEVİN MENEMENCİOĞLU onunla konuşmaya muvaffak olmuş ve Hayat dergisi için aşağıdaki özel röportajı hazırlamıştır. Sağdaki fotoğrafta Paris'te Fikret Mualla sergisinin bir afişi görülmekte... Paris'te "France Bertin" galerisinde Fikret Mualla'nın yağlı boya ve guaj eserleri teşhir olundu. Serginin açılışına gelen meşhur "Arts" gazetesinin sanat kritiği Connet : "Ressamın tablolarında hatlar bir hayal aleminde, gülümseyen bir rüya olduğu gibi renkler içinde yumuşuyor ve eriyor." demiştir. Figaro gazetesi ise "Bu natürmortlar, iç ve dış hayatı canlandıran tablolar adeta karikatürleri andıran hicvi ruhları, renklerinin ahengi ve canlılığıyla insanı sarıyor." diye yazmıştır. Bu arada Fikret Mualla'nın ismi Paris'te çok işitilir. Kendisini epeyce aradım ve nihayetinde müşterek bir arkadaşımız vasıtasıyla adresini bulup gittim. Etoile civarında temiz ve küçük bir otel. Kapıda sevimli bir hanım "M. Moualla sizi yukarıda bekliyor." diye karşıladı. Sanatkarı otelin en üst katında küçük bir odada buldum. "Kimseyi kabul etmez." demişlerdi. Orta yaşlı, topluca, gayet sevimli olan Fikret Mualla'nın dünyasını teşkil eden minimini odasında büyük bir hüsnü kabul gördüm. Köşede bir yatak, bir sandalye üzerine sıralanmış boyalar, fırçalar ve gazeteler. Küçük bir ocak üzerinde bir tencere kaynamakta... "Bakın birde küçük bir balkonum var. Işık güzel geliyor fakat oda çok küçük ve büyüğünü vermiyorlar. 4-5 tabloya birden başlamak, aklıma estikçe birer fırça vurmak isterdim. Geçen seneler haftada 7-8 tablo yapardım ama şimdi yoruluyorum. Beni öldürdüler..." dedi. Birden bana baktı, ifadesi değişti : "Ne yapacaksınız, beni yazmayın onları yazın." diyerek yerinden kalktı ve bana küçük bir paket uzatarak : "Bizim Karaköy poğaçalarını hatırlatan bir börek aldım size kendime de makarna pişiriyorum." dedi. "Fikret bey bana da makarna vermez misiniz ?" diye sorunca hemen fırladı ve bir dakika sonra ikimiz elimizde makarna tabaklarımızla iki dost gibi konuşmaya devam ettik : "Bütün harbi Paris'te geçirdim. Açtım. O senelerde tabloyu kim alırdı ?... O adamlar sonradan beni tımarhaneye kapattılar, sonrasında yine kendileri garanti vererek çıkarıp beni buraya yerleştirdiler. Elimde hiç para yoktu, mahkum gibi çalıştım. O zaman çok tablo yaptım 200 kadar, hepsini topladılar." "Hiçbir şey almadınız mı ?" soruma "Evet birkaç bira parası ve zorlukla otel param. Çalıştım... Çalıştım ve nihayetinde hastalandım. Elimde hiçbir eser kalmadı. Kendimi de onlardan kurtardım. Bu arada zengin ve hayırsever bir hanım beni buldu. Cenupta evine misafir etti. 150 tablomu ona sattım. Bazen iyi yemek yedirir 5000 frank keserdi." "Fikret bey bu son serginizi tesadüfen duydum. Niçin bizlere bildirmediniz ?" "Tablolarımı toplayan bir galeri bu sergiyi hazırlamış. Bende davetliydim." dedi. Arada bir duruyor elma suyunu içiyor, gene açlık ve hastalık günlerini hatırlayarak "Of ! o zamanlar çok fenaydı, şimdi ise yaşlanıyorum. Türkiye'de sevgili kardeşim pilot, tayyaresi ile düştü. Bende hayat ile alakamı kestim." dedi ve gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Bir saatten fazla konuştuk. Fikret Mualla'nın elinde hiçbir eseri kalmıyor. Meraklıları adeta sipariş vererek satın alıyorlar. Birden bir şeyler aradı : "Bakın ben sizi çok sevdim, sergimin imzalı bir afişini vereceğim. sonrada benimle köşedeki cafe'ye geleceksiniz. " diye ısrar etti. Köşedeki "Diplomat" cafesine girdik. Herkes Fikret Mualla'yı tanıyor, selamlıyor. O bana anlatıyordu : "Çocuktum, üvey anneden kaçtım (1919). Almanya'da güya makine mühendisliği öğrenecektim, olmadı. Pansiyon sahibi yaptığım küçük resimleri görerek beni oradaki Arts Appliqués'e yazdırdı. Tabii tekniği öğrenmek lazımdı, ben ise fanteziye kaçarak çok azar işitirdim. Sonra Berlin'e geldim. Mektep daha sıkı idi. " eliyle işaret ederek : "Orada zincirlendim." diye ilave etti. "Fikret bey o zaman resimleriniz nasıldı ?" deyince "Fena, çok fena..." diye güldü. Hep konuşuyordu, bir an : "Bu hafta başlayan Van Gogh sergisine gittiniz mi ?" dedim. Birden ressamın gözleri parladı, genç bir çocuk ifadesi aldı : "Ne büyük sanatkar : Cesur, başka bir Van Gogh geldi mi ? Gittim, her gün gidiyorum." dedi ve bekleyen garsona "Yok, her zaman içmem ama bu sefer heyecanlandım, bana bir kırmızı şarap..." dedi...1960 Hayat Dergisi. |